Benim farklı yerleri görmeye olan ilgim okuma yazmayı öğrenmemle başladı. Boyasız bir apartman kapısının üzerine kiremitle benden yaşça büyük ablaların okulda öğrendiklerini yazarak öğretmencilik oynaması, okuma yazmayı henüz ilkokula gitmeye başlamadan öğrenmeme sebep oldu.
Bunu, önce çocuk klasiklerini daha sonra da halen pençesinden kurtulamadığım çizgi romanları keşfetmem izledi. Çocuk klasiklerinden Jules Verne’ni iki yıl okul tatili mesela...
Kaza eseri dünyanın bir ucundaki ıssız bir adaya sürüklenen çocukların hikayesi. Aralarında yaşça büyük olanların küçüklerine liderlik etmesi, coğrafya konusundaki taze okul bilgilerini bu serüvenlerinde uygulamaları beni ne çok etkilemişti.
Ya Denizler Altında 20 Bin Fersah’a ne demeli? Okyanusları aşarak kıtadan kıtaya süren hafif kaçık ama aynı zamanda bir deha olan Kaptan Nemo’nun maceraları bir çocuk için nasıl da inanılmaz ilham kaynağıdır...
Tabii benim daha ayakları basan gezi hayallerim, ünlü usta Herge’nin Tenten çizgi romanları ile daha da şekillenmeye başladı. Avrupa’nın ortasında adı hiç verilmeyen bir ülkede Mulensar şatosunda yaşayan genç gazeteci Tenten ve köpeği Milu, sadık dostları Kaptan Haddock ve profesör Turnesol’un ve hemen her maceralarında biraraya gelen diğer arkadaşlarıyla bir çok ülkeyi gezmeleri, bu ülkelerde türlü badireler atlatmaları, bu kitapları bir çırpıda yalayıp yutmama neden oluyordu.
Bir macerada sırayla bir dostlarını uçak kazasından kurtarmak için Nepal-Katmandu ve akabinde Tibet...
Bir diğerinde Kongo...
Ve çoğu zaman da ani bir kararla ya bir telefon ya da bir gazete haberiyle hemen bavullarını toparlayarak dünyanın bir diğer ucuna gitmeleri, mesela ihtilal sonucu devrilen arkadaşları General Alkazar’a yardım etmek üzere gittikleri hayali Güney Amerika ülkesi San Thedoros...
Çocuklar mıknatıs gibidir, enteresan şeyleri hemen yakalayıverirler.Her çocuğun hayal dünyası çok kolay ele geçirilebilir. Ben de hayal dünyamı dolduracak bu en elverişli dönemimde çizgi roman meraklısı babamın ve de özellikle Tenten meraklısı Tülin Teyzem'in sayesinde bu macera dünyasına kapılıverdim ve dünyanın çeşitli yerlerini görme hevesim filizlenmiş oldu.
Çeşitli sebeplerle Türkiye’nin çok yerini gezdikten sonra ilk yurtdışı gezimi Diyarbakır’a yapılan bir uçak yolculuğunun ardından karayolu ile taa Irak’ın Basra’sına dek yaptım. Bunu yine iş amaçlı İspanya gezisi takibetti. Sonra 3.5 yıl süren Bulgaristan’da çalışma ve yaşama hayatı bana sadece gezmeyi ve görmeyi değil bir ülkede yaşamayı da öğretti.
Bulgaristan maceramın sonlarına doğru tanıştığım aşkım, benden yaklaşık 10 katı daha fazla “gezenti” sevgili eşim Eylem, gezi hayatımı tamamen rayından çıkardı. İki yıl içinde 10 dan fazla ülkeyi gezdik. Madrid’de Canas y Tapas, Bhutan’daki bulutlar, Dubai’de Ramazan, Nice’de balık çorbası, Tunus’ta çölde mahsur kalışımız, Bulgaristan’da kayak dersleri, Monaco’daki anlamsız zenginlik, Katmandu’da dev örümcekler, Fas’ta ilk kavgamız, son durağımız Libya’da ise kızımızın doğacağı haberi bizi birbirimize daha çok aşık etti.
Bir gün Seyşeller’e de gidersek bu aşkın tam (!) olacağını düşünen eşimle ve henüz 6 aylık olan dünyalar tatlısı kızımız Duru’yla gezmeye devam etmek istiyoruz.
Henüz başlarında olduğum seyahat macerama dayanarak verebileceğim en önemli tavsiye sevdiklerinizle gezmeniz. Macera ve güzellikleri bir sevdiğinizle paylaşmanız, size seneler sonra sadece diğer dostlarınıza değil birbirinize bile anlatmaktan ve hatırlamaktan usanmayacağınız çok değerli anılar verecek. Beraber edinilmiş bu anıların herhangi bir maddi zenginlikten daha önemli olacağını göreceksiniz.
Sevgiler...
Akman Atılgan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder