Lüks tatil komplekslerinin, balayı paketlerinin ve turizm kataloglarının anlattıkları madalyanonun sadece bir yüzüymüş meğer.. Maldivler 26 atolden ve bu atoller dahilindeki yakaşık 1200 adadan meydana gelen müslüman bir ülke. Bu 1200 adanın hepsi yerleşime uygun değil. Bazıları o kadar küçük ki, bizim tabirle bunlardan ne köy olur ne kasaba.. Ama resort olur mu olur. Sermayesi olanlar bu adacıkları devletten 100 yıllığına kiralayarak üzerine birer resort konduruyor. Bir resortun kuruluş maliyeti takriben 10-15 milyon dolarsa da, duyumlarımıza göre iki senenin sonunda kendini amorte ediyormuş.
Resortlara, yani turistlere ayrılmış, kumsalları itibariyle en güzel adalarda, plaj kıyafetleri, içki vs turistlere serbest.
Ancak Maldivler'in yerlileri bu haklara sahip değiller. Yerli halk iş imkanı, sağlık hizmetleri vs gibi sebeplerle yoğun olarak Male, Addu gibi, doğal güzellikleri itibarıyla resortlar için çok cazip olmayan, kentleşmiş, daha büyük adalarda yaşıyor. Bu adalarda turizm kataloglarında sunulan şaşaadan eser yok. İşte size Maldivler'in en güneyinde bulunan, bizim yaşadığımız Addu'nun çarşısından, yani en işlek caddesinden bir görüntü.
Şayet Maldivler'e tatil için değil, aksine kısıtlı imkanlara sahip bir ülkeye çözüm sunmak üzere iş için geldiyseniz sizin mekanınız da yerli halk gibi madalyonun diğer yüzü oluyor..
Addu'ya uyandığımız ilk sabah dışarı çıktığımda ilk gözüme takılan, diğer müslüman ülkelerden edindiğim izlenimle, artık bunların tipik mimari özelliği diye düşündüğüm, evi derin bir mahremiyete gömen yüksek bahçe duvarları oldu... Manzarayı daha iyi kavramanız için buyrun size bizim sokak..
Aynı şekilde mekan kaygısı olmaksızın bol kepçeden inşaa edilmiş, kaba bir zevkin eseri müstakil evler ve allah ne verdiyse onu sunan düzensiz, itinasız bahçeler de bir diğer ortak özellik. Misal bizim ev..
ve bonkör muson yağmurları sayesinde bembeyaz kumun içinden fışkıran tropikal meyve ağaçları ve İstanbul'da salon bitkisi diye pazarlanan arsız süs bitkileriyle dolu ama çimden ve peysajdan yoksun bahçemiz..
Bu ortak noktalar dışında, Maldivler'deki evimiz ülkenin hava koşullarına ve faunasına bağlı olarak kendine has bazı farklılıklar da gösteriyor.
Mesela evlerin camları üç kademe. En dışta sineklik, ortada siyah camlar, en içte ise parmaklıklar var. Mantıksız sıralanışları bir yana, hepsinin geçerli bir varolma sebebi var: Dışarısı alabildiğine güneş.. Hani güneşe direk baktığınızda sonra nereye bakarsanız güneşi görürüsünüz ya, işte burda o parlama güneşe bakmadan da yaşanıyor.. Beyaz kum zeminli sokaklarda yere baktığınızda sanki güneş yansıyarak gözünüze vuruyor..
Ekvator çizgisine bu denli yakın bir adada söz konusu bunca güçlü bir güneş olunca, evlerin camlarının neden siyah olduğu anlaşılıyor.
Parmaklıklara gelince, bunlar adada çok yaygın olan hırsızlık olaylarına karşıymış. Öyle ki bizim ev henüz üç aylık ömrü hayatında biz gelmeden hemen önce bir hırsızlık vakası yaşamış bile! Geldim geleli gerek Akman'dan, gerek temizliğe gelen Zamira'dan en çok duyduğum nasihat "Ben çıktıktan sonra kapının sürgüsünü içerden çek" oluyor.
Sineklikler konusunda açıklamaya gerek bile yok.. Burası gerçek bir sivrisinek yuvası.. Ülkenin %99'u su olunca sinekler de 365 gün her an her yerdeler.. İstanbul'da sivrisinekler akşam çıkar, sabahın ilk ışıklarıyla yok olurlardı. Buradakiler ise kuytu ve gölge alanları tercih etmekle beraber, gün ışığına karşı gayet dirençliler. Dışarı çıkar çıkmaz adeta üzerinize saldıran, normal sivrisineklere oranla çok daha ısrarcı ve yapışkan olan bu hayvanların tek iyi özellikleri daha yavaş olmaları. Hemen her zaman tek bir hamleyle haklarından gelinebiliyor. En kötü özellikleri ise "dengue fever" (denge ateşi) taşıyıcısı olma ihtimalleri.. Hal böyle olunca Maldivler mimarisinin olmazsa olmazı elbette sineklikler oluyor..
Herşey bu kadar karamsar değil elbet.. Tüm bu zorluklara rağmen, en kötüsü bile nefes kesen turkuaz sahillerle dolu bu ülke..
Belki de bu amansız şartların bir telafisidir bu güzel deniz, ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder