İstanbul'a ve sevdiklerimize kavuşmak için gün sayıyoruz.. Aslında Addu'yu yağmuruyla başbaşa bırakıp İstanbul yollarına düştük bile. Uçağımız Cumartesi Male'den kalkacağı için, bir Cuma daha heder olmasın diye Perşembeden geldik. Medeniyete alıştıra alıştıra yumuşak bir geçiş yapalım diye..
Addu'dan çıkmak üçümüze de çok iyi geldi ama en azından biz yetişkinlerinki eksik bir sevinç. Anlamakta zorlanabilirsiniz.. Bu dönüşün bir de geri gelişi olduğu gerçeği sevincimizi kursağımızda bırakıyor. Son iki üç haftadır, okyanusun ortasında minik bir adada yaşamanın getirdiği, engel olamadığım korkular geliştirmeye başlamıştım. 2012'nin yaklaşmasının da payı var tabii bunda :) En son rüyamda biz uyurken tsunami olmuş, uyandığımda deniz suları bizim bahçeye kadar gelmişti..
Gerçekten çok zorlandık bu sefer, buranın hiçbirşeyini sevemedik. Hemen her günü hayallerle dolu gece sohbetleriyle sonlandırıyoruz. Son zamanlarda bize güç veren tek şey bu sanki. Bazen sonbaharda Fransa'nın güney kasabalarına inip o sevimli restoranlarında sıcak bir çorba içiyor ya da güneşli bir Akdeniz gününde İspanya'da tapas yiyoruz, bazen de serin bir yaz akşamı Moda'da çaylarımızı ya da Sapanca kışında şömine başında şaraplarımızı yudumluyoruz. Hayallerimizin değişmezi hep medeniyet özlemi. İş en son dün gece İkea'da olmak istemeye kadar ulaştı, durum o kadar vahim. Bu sıkıntılı izole hayatın bize ne kazandırdığını şu an tam olarak kavrayamıyorum. Ama inanıyorum ki hepimiz olmamız gereken yerde, yaşamamız gerekeni yaşıyoruz. Hiçbirimiz için olduğumuz yerden ve durumdan daha iyisi yok, biliyorum.. Onun için dertlenmeyi kesiyorum.
Male'deki otel odasının penceresinde etraftaki irili ufaklı adalar gözüküyor. Hepsinin farklı bir işlevi var. Hemen karşıda yakıt için kullandıkları küçük bir ada gözüküyor. Onun hemen sağında ise havaalanı adası.
Şehir bir güne sığacak kadar küçük. Ara sokaklarında tek tük sevimli mekanlar olsa da...
Genelde çirkince olduğunu söyleyebilirim.
Burası da civar ülkeler gibi bir motor ve eski bisiklet cenneti...
Haksız da sayılmazlar. Hız sınırı 35 km. olan bu ülkede araba almanın, hele ki spor araba alıp marifetlerini görme dürtüsüyle aleti bu hale getirmenin ne alemi var..
Daracık ara yolları dahi vızır vızır motosikletlerden fırsat bulup geçebilmek marifet.
Addu'ya göre daha gelişmiş. Ama vitrinlerde rengarenk başörtüleriyle boy gösteren mankenlere inat...
Maldivlerin şehirli kadınları simsiyah. Ara sıra karşınıza çıkan Hintli kadınlar, bellerini açıkta bırakan rengarenk sarileriyle medeniyetin sembolü gibi hissettiriyor.
Görülecek yer oldukça az. Biz Cuma gününe denk geldiğimiz için en görülmeye değer yer olduğunu sandığım, Maldivler'in islam öncesi kral, kraliçe ve islam sonrası sultanlarına ait eşyaların sergilendiği Ulusal Müze'den (The National Museum) mahrum kaldık.
Geriye İslam Merkezi'ni (Islamic Center) de içinde barındıran, altın minare ve kubbesiyle Maldivler'in 5000 kişi kapasiteli en büyük camisi Grand Friday Mosque..
ve cuma namazına denk geldiğimiz için imamın aşağıdaki kareden iki saniye sonra bizi gavur sanıp elinde terlikle kovaladığı Hukuru Miskiiy Camii kaldı.
Aslında girişindeki şu tabelayı çıktıktan sonra değil, fotoğraf çekmek için bahçesine dalmadan önce görsek, muhafazakarlıktan uzak giyimimizle nasıl karşılanacağımızı tahmin edebilirdik:
"Bu kutsal cami sadece ibadet etmeye gelen müslümanlara açıktır. Camiyi görmek isteyen gavurların Diyanet İşleri Yüksek Konseyi'nden izin alması gerekmektedir" - Halbu ki "Gel, gel, ne olursan ol yine gel" diye ne güzel demiş Mevlana...
Mercan ve ahşap kullanılarak inşaa edilmiş, ince süslemelere sahip 1956 yapımı cami Maldivler'in en eski camisiymiş bu arada.
Grand Friday Mosque'un hemen karşısında bugün devlet başkanının ofisi olarak kullanılan, 1906 yılından kalma Mulee-aage bence şehrin en güzel binasıydı.
Şehrin en ilgi çekici yerleri ise hiç şüphesiz yerli halkın mekanları balık pazarı, sebze pazarı ve sahil yoluydu.. Ama şimdilik uyku, çünkü yarın Abbas yolcu..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder